• +90 (533) 768 37 19
  • info@dulayhukuk.com

Dulay & Dulay HukukDulay & Dulay HukukDulay & Dulay Hukuk

  • ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • EKİBİMİZ
    • Av. Hasan Çağrı DULAY
    • Av. Gülşah GÜVEN DULAY
  • ÇALIŞMA ALANLARI
  • YAYINLAR
  • İLETİŞİM
Dulay Hukuk
27 October 2022
Gösterim: 80

7418 SAYILI NAMIDİĞER DEZENFORMASYON YASASI MADDE 29 NE DÜZENLİYOR?

Uzunca tartışmalara neden olan ve nihayetinde 18/10/2022 Tarihli 31987 sayılı Resmi Gazete ile yürürlüğe giren 7418 sayılı BASIN KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN birçok konuda düzenlemelere yer vermiş ise de halk arasında en çok ses getiren ve kişilerin hukuki anlamda ne ile karşılaşacaklarını bilememelerinden dolayı en çok merak edilen 29. Maddeye ilişkin bir kısım açıklamalar yapmak yerinde olacaktır. 

7418 sayılı namıdiğer Dezenformasyon Yasası madde 29 ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu madde 217 ardından gelmek üzere madde 217/A düzenlemesi getirilmiştir. Peki nedir bu meşhur madde 217/A?

"Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma" suçunu düzenleyen bu madde ile aslında yeni bir suç tipi ihdas edilmiş ve 5237 sayılı TCK kapsamına alınmıştır. Yasa metni şu şekildedir;

"Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma

MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Öncelikle yeni ihdas edilmiş bu suçun unsurlarına bakılması ve akabinde hangi eylemlerin bu suçu oluşturacağı incelenmelidir. Bu aşamadan sonra ise 5237 sayılı TCK madde 216 ile düzenlenen "Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu" ile mukayesesine bakılması gereklidir.

5237 sayılı TCK madde 217/A suçunun oluşması için bir kısım koşulların varlığı gerekmektedir. Maddenin ilk cümlesinde "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle" denilmek sureti ile bu suç için "ÖZEL BİR KAST ARANDIĞI" açıkça tespit edilmektedir. 

Yani suç olarak kabul edilen eylemler ifa edilirken mutlak suretle "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle" hareket edilmesi, bu saikin varlığının ceza yasaları kapsamında değerlendirilmekle tespit edilmesi zaruri olup suçun manevi unsurunu belirlemiştir. 

Suçun manevi unsuru olan özel kastın varlığı akabinde bu kast ile dış dünyaya yansıyan eylemin hangi şekillerde ortaya çıkması halinde suç eylemi/suçun maddi unsuru kabul edildiği yasa maddesi ile düzenlenmiştir. Zira bu suçun oluşabilmesi için sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle hareket eden failin;

  1. Ülkenin iç ve dış güvenliği,

  2. Kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili,

  3. Gerçeğe aykırı bir bilgiyi,

  4. Kamu barışını etkileyecek şekilde,

  5. Alenen,

Yaymış olması gerekmektedir. Burada önemde vurgulanmalıdır ki; yukarıda 5 madde olarak belirtilen her kriterin ancak ve ancak BİRLİKTE varlığı halinde suçun maddi unsuru oluşur. Daha ne bir anlatımla özel kastın yanında failin dış dünyaya yansıyan hareketi bu 5 maddeyi birlikte bünyesinde barındırıyorsa suç eylemi gerçekleşmiş olacaktır. 

Burada evleviyetle incelenmesi gereken husus bilginin gerçeğe aykırı olup olmadığının nasıl ve kim tarafından belirleneceği, gerçeklik teyidinin ne şekilde alınacağıdır. Genel anlamda da merak edilen husus soruşturmanın başlaması halinde Cumhuriyet Başsavcılıkları nezdinde "gerçeğe aykırı bilgi" kriterinin somut ve her türlü şüpheden uzak, kesin verilerle tespit edilip edilemeyeceği noktasında toplanmıştır. Zira madde metni ile belirlenen maddi unsuru oluşturan 5 kriter soyut ve yoruma açık, ancak araştırılmakla tespit edilemeye muhtaç bir şekilde düzenlenmiştir.

Bu noktada 5237 sayılı TCK madde 216 ile düzenlenen "Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu"na kıyasen madde 217/A hakkında bir kısım açıklamalarda bulunmak gereklidir.

5237 sayılı TCK madde 216; 

"(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiştir.

Esasında madde 217/A ile daha belirginleştirilmiş olan eylemler mevcut durumda uygulamada madde 216 kapsamında incelenmektedir. Madde 216 ise madde 217/A düzenlemesine göre daha esnek olup madde 217/A suçun unsurları noktasında daha belirleyici ve sınırlı sayıda eylemi bünyesinde barındırmaktadır. Bu anlamda eylemlerin suç olup olmadığını tasnif konusunda madde 217/A, her ne kadar ciddi yoruma açıklık sorunsalı ve dahi tespit sorunsalı içermekteyse de hukuken, madde 216'ya göre daha belirgin bir düzenleme olmuştur ki bu yasa açısından olumlu bir durumdur.

Her ne kadar 7418 sayılı Yasa yayım tarihinde yürürlük bulmaktaysa da 7418 sayılı Kanun madde 39 ile; "Bu Kanunun;

a) 20 nci, 21 inci, 22 nci, 25 inci, 26 ncı ve 27 nci maddeleri ile 28 inci maddesinin (a) ve (b) bentleri hariç diğer bentleri 1/4/2023 tarihinde,

b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer." düzenlemesi mevcuttur. Bu durumda madde 29 ile düzenlenen "Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma" suçu 1/4/2023 tarihinde yürürlüğe girecektir. Yani 1/4/2023 tarihine kadar gerçekleşen eylemler 7418 sayılı Kanun kapsamında "Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma" suçu olarak değerlendirilemeyecek ancak ceza kanunlarının başkaca maddelerinde düzenlenen suçları oluşturmakta iseler o yasa maddeleri üzerinden soruşturma yapılabilecektir. 

Son olarak belirtmek gereklidir ki; Ülkenin iç ve dış güvenliği, Kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili, Gerçeğe aykırı bir bilgiyi, Kamu barışını etkileyecek şekilde, Alenen yayma eylemi sosyal mecralarda bu gerçek dışı bilginin BEĞENİLMESİ, RETWEET EDİLMESİ, ALINTILANMASI, ALINTILANARAK YORUMLANMASI DA suç teşkil eden eylemler olarak kabul edilmektedir. Zira bu eylemler de gerçek dışı bilgiyi sosyal mecrada etkileşime sokmakla yaymaktadır. 

Dulay Hukuk
19 September 2022
Gösterim: 106

ANONİM ŞİRKETLERDE AVUKAT BULUNDURMA ZORUNLULUĞU

1136 sayılı Avukatlık Kanunu madde 35/3 uyarınca; "(...) Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde ön görülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler ile üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadır." hükmü amirdir.

Bu bağlamda;

++ Esas sermayesi 250.000,00 TL ve üzerinde olan şirketler,

++ Sermaye artırımı yolu ile esas sermayesini 250.000,00 TL ve üzeri bir miktara artırmış olan şirketler,

Yasal olarak avukat bulundurmak / avukat hizmeti almak zorundadır.

İşbu yasal düzenlemenin amacı şirket faaliyetlerinin hukuka uygun olarak yürütülmesi, uygulamada meydana çıkan açık hukuk eksikliklerinin hem şirkete hem ticari hayata verdiği zararın engellenmesi, şirketlere gerekli hukuki bilgilendirmenin yapılması yolu ile temelde ortaya çıkabilecek zarar ve hukuka aykırılıklara karşı ÖNLEYİCİ HUKUKİ DANIŞMANLIK sağlanmasıdır. Böylelikle yargının iş yükü dava sayısının azalmasına bağlı olarak hafifleyecektir.

Yukarıda belirtilen kapsama giren şirketler için şirket merkezinin bağlı bulunduğu baro ilk olarak "uyarı yazısı" gönderecektir. Bu yazı şirketlerin belirtilen hukuki zorunlulukları ve bu zorunluluğun yerine getirilmemesi halinde karşı karşıya kalacakları idari cezaları izah eder nitelik taşımaktadır.

Akabinde bu uyarı yazısına rağmen yükümlülük yerine getirilmez ise yükümlülüğüne aykırı davranan şirketler hakkında Cumhuriyet Başsavcılıklarına şikayette bulunma yetkisi ilgili barolara verilmiştir. 

Herhangi bir hukuki mağduriyet yaşanmaması adına belirlenen kapsamdaki şirketler başta olmak üzere tüm şirketlerin hukuk hizmeti konusunda alanında uzman hukukçularda destek alması gereklidir.

Dulay Hukuk
05 April 2021
Gösterim: 587

BAZ İSTASYONLARININ KURULMASININ 634 SAYILI KAT MÜLKİYETİ KANUNU AÇSISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Av. Gülşah GÜVEN DULAY

Baz istasyonları, 5809 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 37. maddesi gereğince BTK tarafından bu konuyu düzenleyen Yönetmelikteki yer, ölçü ve limit değerlere göre verilen güvenlik sertifikası gereğince kurulan, günümüzde haberleşme ve iletişimin sağlanmasında önemli bir yeri olan, genel olarak alıcı/verici antenleri sayesinde elektromanyetik dalgaları (sinyalleri) alma ve gönderme işlemi yapan sistemlerdir. Konuşmanın az olduğu kırsal alanlarda 35 km'lik, konuşma trafiğinin daha yoğun olduğu şehir merkezlerinde ise 1-2 km'lik bir mesafe içinde hizmet verebilen, çıkış güçleri oldukça düşük olan cihazlardan oluşmaktadır (Yargıtay 14. HD 28.09.2020 T., 2019/4828 E.-2020/5542 K.).

Güncel teknolojik gelişmeler ışığında; telefonla haberleşme ve iletişimin sağlıklı ve verimli olarak gerçekleştirilebilmesi için baz istasyonlarının bal peteğine benzeyen bir hücresel donanım ile ve her hücresel donanımın içinde de en az bir adet baz istasyonunun var olacak şekilde kurulması zorunluluğu mevcuttur.

İstasyonlar belirli bir kapasite ile hizmet verdiklerinden abone sayısının fazla olduğu yani nüfusun yoğun olduğu yerlerdeki haberleşmenin daha yoğun olacağı dikkate alınarak bu alanlarda sayıca daha fazla baz istasyonuna ihtiyaç duyulduğu açıktır.

Baz istasyonlarının yerleşimin az olduğu alanlarda kuruması halinde ise haberleşmenin verimli ve etkin olarak gerçekleştirilemeyeceği sabittir. Zira bu noktada hücresel yapı bozulur ve ek olarak gerek baz istasyonlarından abonelere gerekse abonelerden baz istasyonlarına karşılıklı olarak gereğinden çok yüksek elektromanyetik dalgalar gönderilecek ve bu durumda da toplum sağlığı olumsuz yönde etkilenecektir.

Nitekim 05.11.2008 tarihli ve 5809 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve ilgili yönetmelik uyarınca baz istasyonlarının sağlığa zarar vermeyecek şekilde; nerede, nasıl, hangi ölçü ve limitler dahilinde kurulacağını belirleme ve kurallarını koyma işlemleri, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığının (BTK) görev ve yetkisindedir.

İnsan sağlığına etkileri konusunda ise öncelikli olarak Dünya Sağlık Örgütü (WHO) olmak üzere, Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Koruma Komisyonu (ICNIRP), Elektrik Elektronik Mühendisleri Enstitüsü (IEEE) gibi çeşitli uluslararası kuruluş çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalara bağlı olarak ise takım sınır değerler belirlenmiştir.

Ülkemizde de BTK tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikte ise; Türkiye'de geçerli olacak sınır değerleri, İngiltere, Amerika, Kanada, ICNIRP ve Avrupa Birliği’nin kabul ettiği değerin yaklaşık ¼ ü olarak kabul edilmiştir.

Bu genel açıklamaların akabinde baz istasyonlarının kurulmasının incelemesinde ise; belirtildiği gibi Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) yönetmelik ile belirlediği yer, ölçü ve limit değerlere uygun olduğunu gösteren bir güvenlik sertifikası alınması zorunludur. Bu sertifikanın alınması koşulları ve süreci BTK tarafından belirlenmekte ve yürütülmektedir. (Güvenlik Sertifikası ve Limit Değerler- Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (btk.gov.tr)

Konutların, işyerlerinin yahut her ikisinin de bulunduğu bir siteye baz istasyonu kurulması, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 45. maddesi kapsamında önemli yönetim işlerinden biri olarak kabul edilir.

Buna göre baz istasyonunun kurulması, bütün kat maliklerinin oy birliğiyle verecekleri karar ile mümkündür. Tüm kat maliklerinin katılmadığı bir toplantıda oy birliğiyle karar alınsa dahi bu karar geçerli olmayacaktır.

Ayrıca baz istasyonu ile ilgili kural olarak kiracıların söz hakkı bulunmamaktadır. Ancak kiracılar, ev sahiplerinden usulüne uygun bir vekalet almaları halinde, yapılacak oylamaya ev sahiplerin temsil etmek üzere katılabileceklerdir.

Baz istasyonu sitelerin ortak yerleri içerisinde kurulabilir. Genellikle ve tercihen baz istasyonları binaların çatılarına kurulur ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 4. maddesine göre çatılar da gayrimenkulün ortak yerlerindendir.

Kurulan Baz İstasyonlarına itiraz süreçleri de mümkün olmakla; Önemli olan baz istasyonunun bahsi geçen Yönetmelikte belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olup olmadığı, toplum sağlığına zarar verip vermediği ya da zarar verme ihtimalinin uzun vadede kuvvetle muhtemel olduğu hususlarının somut delillerle ispatlanabilir nitelikte olmasıdır.

•        634 sayılı KMK açısından; bütün maliklerin oy birliği ile verdiği bir karar olmaksızın baz istasyonu kurulmuş ise; usule aykırı ve hukuken geçerliliği olmayan bir genel kurul kararı ile baz istasyonu kurulması kararı alınmış ve buna göre baz istasyonu kurulmuş olduğundan baz istasyonu kurulmasına muvafakat etmeyen kat malikleri, kararın iptali ile baz istasyonunun kaldırılarak ortak yerin eski hale getirilmesini talep edebilir.

·                4721 sayılı TMK uyarınca Komşuluk Hukuku açısından da; Usule uygun olarak dahi kurulmuş olsa da bir baz istasyonunun çevresinde yaşamını sürdüren kişiler sağlığa zarar verdiği ya da uzun vadede sağlığa zarar verileceğinin kuvvetle muhtemel olduğu iddiası ile 4721 sayılı TMK madde 737 kapsamında “El Atmanın Önlenmesi” davasını ikame edebilir. Zira herkes taşınmazını kullanırken komşularının sükut ve sağlığı açısından azami dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür.

Bu tür el atmanın önlenmesi davalarında ise mahkeme, baz istasyonunun ilgili Yönetmelikte belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygunluğu denetlenir, sağlık tehlikesine dair sunulan deliller incelenir ve uzman bilirkişilerce keşfen rapor tesis edilerek nihayetinde hüküm kurulur.

Yargıtay 8. HD 15.11.2018 Tarih, 2018/11229 Esas ve 2018/18713 Karar sayılı ilamında da aynen; “Davacılar vekili, müvekkillerinin dava konusu taşınmazın malikleri olduğunu, dava konusu taşınmazın ortak kullanım alanı olan terasında davalıya ait baz istasyonu bulunduğunu, baz istasyonunun kurulumu için bütün kat maliklerinin muvafakati gerekirken,” şeklinde görüş bildirmiştir.

Yine Yargıtay 18. HD 20.01.2009 Karar ve 2008/12349 Esas ve 2009/244 Karar sayılı ilamında da; “Yine Yasanın 45. maddesinde ise ana yapının dış duvarlarının çatı veya damının kiralanması gibi önemli yönetim işleri ancak bütün kat maliklerinin oybirliği ile verecekleri karar üzerine yapılabilir. Bu saptamalardan da anlaşılacağı gibi ana yapının çatısının (dış duvarının) davalı şirkete kiralanması için tüm kat maliklerince oybirliği ile alınmış bir karar bulunmamaktadır. Mahkemece bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde baz istasyonu yönünden de davanın kabulü gerekir.” şeklinde görüş bildirmiştir.

Dulay Hukuk
26 March 2021
Gösterim: 6873

EV HİZMETLERİNDE ÇALIŞAN KİŞİLERİN STATÜLERİ VE HAKLARI

Stj. Av. Büşra ALTUNOLUK

Ev hizmetleri en genel tabiriyle bir evin gündelik faaliyetleri kapsamında olağan yaşamın idamesi için gereken faaliyetler olarak tanımlanabilir. Kentleşme ve gelişim süreçleriyle bağlantılı olarak hem dünyada hem de ülkemizde ev hizmetlerinde çalışan kişilerin sayısı giderek artmaktadır. Bu gelişim ile birlikte ev hizmetlerinde güvencesiz çalıştırılan kadın işçilerin ve kaçak çalıştırılan yabancı uyruklu kişilerin sayısı da günden güne artmış ve bu alanda belirli yasal sınırların çizilmesinin zorunluluğu doğmuştur.

Kural olarak ev hizmetlerinde çalışan kişilere işveren tarafından sigorta yapılması zorunluluğu mevcuttur. Ancak genelde işbu durum işçiler tarafından bilinmemekte veya işverenlerce primlerin fazla bulunması sebebiyle bu yükümlülük yerine getirilmemektedir.

Ülkemizde ev hizmetlerinde çalışan kişilerin sigortalılığı kapsamında güvencelerinin sağlanması bakımından 6552 sayılı Kanun’un 55. maddesi ile 5510 sayılı Kanun’a ek 9. madde eklenmiş ve 1 Nisan 2015 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Anılan madde uyarınca; “Ev hizmetlerinde bir veya birden fazla gerçek kişi tarafından çalıştırılan ve çalıştıkları kişi yanında ay içinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı 10 gün ve daha fazla olan sigortalılar … hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalılara ilişkin hükümler uygulanır. Bunların bildirimi, işverenler tarafından örneği Kurumca hazırlanan belgeyle en geç çalışmanın geçtiği ayın sonuna kadar yapılır.”

Süresinde yapılmayan bildirim için ise işverene 102. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde öngörülmüş olan idari para cezası uygulanabilecektir.

Aynı maddenin devamında; “Ev hizmetlerinde bir veya birden fazla gerçek kişi tarafından çalıştırılan ve çalıştıkları kişi yanında ay içinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı 10 günden az olanlar için ise, çalıştırıldıkları süreyle orantılı olarak çalıştıranlarca 82 nci maddeye göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının %2’si oranında iş kazası ve meslek hastalığı sigortası primi ödenir.” denilerek ev hizmetlerinde 1 ay içerisinde 10 günden az süreyle çalışan kişilerin de kısmi sigortalılar kapsamında sayılacağı hükme bağlanmıştır.

Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki; 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. Maddesinin (e) bendi uyarınca ev hizmetlerinde çalışan kişiler açısından 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanmaz. Ev hizmetlerinde çalışan kişilerin hak ve yükümlülükleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “hizmet sözleşmesi” hükümleri uyarınca belirlenir.

Ev hizmetlerinde çalışan kişilerin işbu statüleri her ne kadar 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında sayılmamalarından dolayı işten çıkarılma durumlarında kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandırmaması sonucunu doğursa da tazminat alabilme hakları hala mevcudiyetini korur.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu uyarınca belirsiz süreli sözleşmeleri haksız bir nedenle işveren tarafından feshedilen bu kişiler, hâkim tarafından tespit edilecek 6 aya kadar işveren tarafından ödenmesi gereken tazminata hak kazanabilirler.

Ancak 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki farklı olarak haklı sebep halleri tek tek sayılmamış olup “dürüstlük kurallarına göre hizmet ilişkisini sürdürmesi beklenemeyen bütün durum ve koşulların” haklı sebep sayılacağı ifade edilmiştir.

Bu noktada hizmet ilişkisi haklı bir nedene dayanmaksızın işverence feshedilen ev hizmetlerinde çalışan kişiler için hâkim somut olay dahilinde, hizmet ilişkisinin sürdürülebilip sürdürülemeyeceğini değerlendirecek ve feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığını takdir edecektir.

İlaveten 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 432. maddesi uyarınca belirsiz süreli hizmet sözleşmelerinin feshinden önce diğer tarafa bildirim yükümlülüğü düzenlenmiş olup her ne kadar 4857 sayılı İş Kanunu’nun ihbar tazminatı hükümlerinden farklı da olsa bu kişilerin de ihbar tazminatı alabileceği düzenlenmiştir.

Anılan madde uyarınca; “Hizmet sözleşmesi; bildirimin diğer tarafa ulaşmasından başlayarak, hizmet süresi bir yıla kadar sürmüş olan işçi için iki hafta sonra; bir yıldan beş yıla kadar sürmüş işçi için dört hafta ve beş yıldan fazla sürmüş işçi için altı hafta sonra sona erer.”

Ev hizmetlerinde çalışan kişilerin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında işçi sayılmamasının bir diğer sonucu da bu kişilerin hizmet sözleşmelerinin işverence feshedilmesi durumunda işverene karşı “işe iade davası” açamayacak olmalarıdır. İşe iade davasının İş Kanunu kapsamında işçi sayılanlara getirilen hukuki bir kurum olması ve Türk Borçlar Kanunu hizmet sözleşmeleri hükümlerinin böyle bir kurumu düzenlememiş olması dolayısıyla da işe iade davasının mali sonuçlarından olan “işe başlatmama tazminatı” ve “boşta geçen süre alacağı” taleplerinde de bulunamayacaklardır.

Bu noktada ev hizmetlerinde çalışan kişilerin hizmet sözleşmelerinin işverence haksız ve kötü niyetli bir biçimde sona erdirilmesi durumunda Türk Borçlar Kanunu’nun 434. Maddesi hükümleri devreye girecek, bu kişilerin işverenin iş akdini fesih hakkını kötüye kullanmak suretiyle sona erdirdiği durumlarda kötü niyet tazminatı talep etme hakları doğacaktır.

Anılan Kanun hükmü uyarınca; “Hizmet sözleşmesinin fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işveren, işçiye fesih bildirim süresine ait ücretin üç katı tutarında tazminat ödemekle yükümlüdür.”

Yargıtay’ın kabulüne göre; işçinin kendisini sigorta yapmaksızın çalıştıran işvereni şikâyet etmesi durumu üzerine işten çıkarılması, fesih hakkının işverence kötüye kullanılmasıdır. Ancak bu durumda önemle belirtmek gerekir ki ispat noktasında tanık anlatımları yeterli görülmemekte ve yazılı delil önem taşımaktadır.

Yukarıda anılan hususlar çerçevesinde ev hizmetlerinde çalışan işçilerin anılan alacakları için görevli mahkeme genel mahkemeler olan Asliye Hukuk Mahkemeleridir.

Dulay Hukuk
07 October 2020
Gösterim: 465

KOOPERATİFLERİN TİCARİ FAALİYETİ

Av. Gülşah GÜVEN DULAY

Kooperatifler, yeni TTK madde 124’e göre ticaret şirketleri arasında sayılmıştır. Bu nedenler Kooperatifler tacir sayılmaktadır. Ayrıca 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu madde 98’de Kooperatiflere uygulanacak hükümler açısından “bu kanunda aksine açıklama olmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunundaki anonim şirketlere ait hükümler uygulanacaktır”. Şeklinde belirtilmiştir. 

Dolayısıyla, kooperatiflerle ilgili öncelikle 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu, daha sonra TTK’nın anonim şirketlere ilişkin düzenlemeleri tatbik edilecektir. 

Aynı zamanda TTK madde 137’ye göre Kooperatifler; 

a) Kooperatiflerle, 

b) Sermaye şirketleriyle ve 

c) Devralan şirket olmaları şartıyla, şahıs şirketleriyle, 

birleşebilirler. 

Kooperatifler Kanununun 6. maddesinde; “Kooperatifin faaliyeti; kooperatifin amacı ve çalışma konusuyla sınırlıdır.” 

Kooperatifler Kanununun 59. Maddesinde ise; “Temsile yetkili şahıslar kooperatif namına onun amacının gerektirdiği bütün hukuki işlemleri yapabilir.” 

Aynı zamanda Kooperatifler Kanunu madde 70’e göre; 

“Kooperatiflerin müşterek menfaatlerini korumak, amaçlarını gerçekleştirmek için iktisadi faaliyette bulunmak, faaliyetlerini koordine etmek ve denetlemek, dış memleketlerle olan münasebetlerini düzenlemek, kooperatifçiliği geliştirmek ve eğitim yapmak, kooperatifçilik konularında tavsiyelerde bulunmak gibi hizmetlerin yerine getirilmesi için, Kooperatif birlikleri, kooperatifler merkez birlikleri ve Türkiye Milli Kooperatifler Birliği kurulur”. 

Şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir. 

Bu durumda Kooperatifler amaçları doğrultusunda ticari faaliyetlerini yürütebileceklerdir.

 

Dulay Hukuk
07 October 2020
Gösterim: 2286

DERNEKLERİN TİCARİ FAALİYETTE BULUNMASI

Av. Gülşah GÜVEN DULAY

Dernekler kuruluş amaçlarına ulaşmak amacıyla ticari işletme işletebilirler ve bu durumda TTK madde 16’ya göre ticari işletme işleten dernekler (kamu yararına çalışan dernekler hariç) kendileri tacir sayılırlar. 

Derneklerin, faaliyetlerine kaynak olması maksadı ile yürüttükleri ticari faaliyetlerini iki şekilde yerine getirmeleri mümkündür. Bu yollardan birincisi Derneklerin kurucu veya iştirakçi olarak bir ticaret şirketi kurmalarıdır. Bu durumda sermaye şirketinin kendi tüzel kişiliği bulunduğundan tacir sıfatına şirket sahip olur.   

Diğeri ise bünyelerinde bir iktisadi işletme tesis etmeleridir. Derneklerin İktisadi İşletmelerinin tüzel kişilikleri bulunmadığından bünyesinde iktisadi işletme tesis eden dernek, tacir sıfatında olur ve kurduğu iktisadi işletmeden kaynaklı her türlü hak, alacak, borç ve yükümlülüklerden tam sorumlu olmaktadır. 

Bir derneğin iktisadi işletme kurabilmesi için; 

İlk olarak derneğin tüzüğünde bu yönde bir hüküm yer almalıdır. Tüzükte bu yönde bir hüküm yoksa dernek iktisadi işletme kuramaz. Tüzüğünde iktisadi işletme kurar şeklinde ibare bulunan dernek, yine tüzüğünde ne şekilde belirlenmişse ona uygun olarak, genel kurul veya yönetim kurulu kararı almalıdır. Alınan kararda; işletmenin unvanı, açık adresi, sermayesi, temsilcileri, bunların uyrukları ve ev adresleri, temsilin şekli ve işletme konusunun açıkça yazılması gerekir. 

Bu şekilde karar alan bir dernek ilgili ticaret sicil memurluğuna aşağıdaki evraklarla birlikte tescil için başvurur. 

1. İktisadi işletme kurmak isteklerini belirtir dilekçe, 

2. Noter onaylı iki adet yetkili organca alınmış karar sureti, 

3. İlgili valilikten alınan derneğin kurulu ve faaliyette olduğuna dair yazı, 

4. Dernek tüzüğünün noter onaylı son şekli, 

5. İşletme temsilcisinin nüfus cüzdanı sureti, imza beyannameleri, ikametgah belgesi, 

6. Ticaret sicil tüzüğünün 29. maddesine göre düzenlenen taahhütname, Oda Kayıt Beyannamesi,  

7. İşletmenin açılışına dair kararı alan organın görev süresinin dolmadığını gösterir son seçim veya atamaya ilişkin yetkili kurul kararı

 

Dulay Hukuk
10 June 2019
Gösterim: 890

Türk Hukuku'nda Kiraya Verenin Hapis Hakkı

Av. Gülşah GÜVEN DULAY

Kira bedelinin ödenmemesi halinde kiralayan taşınmazı kiracının kullanımına sunmaktan kaçınma hakkına sahip olmadığından yasa koyucu kiralayanın haklarının kötü niyetli kiracı karşısından zarar görmemesi için özel bir koruma hakkı düzenlemiştir. Bu bağlamda kiralayan kira alacağını garanti altına alarak bu alacağı daha kolay ve güvenli bir şekilde tahsil imkanına sahip olmuştur. 

Devamını oku...

Dulay Hukuk
02 June 2019
Gösterim: 24157

PAYLI MÜLKİYETTE FİİLİ/RIZAİ TAKSİM VE ÖNALIM HAKKININ KULLANILMASI

Av. Hasan Çağrı DULAY

Paylı mülkiyet, bir mal üzerindeki mülkiyet hakkının payları oranında birden çok kimseye ait olması olarak ifade edilebilir.

Daha geniş anlamda paylı mülkiyet; maddi olarak bölüşülmeyen eşya üzerinde yani fiili veya rızai taksim olmadığı sürece, her bir paydaşın paylı mülkiyete konu olan eşya üzerinde, payları oranında ve taşınmazın her zerresini kapsayan mülkiyet hakkının söz konusu olduğu bir mülkiyet türüdür. 

Devamını oku...

Dulay Hukuk
23 May 2019
Gösterim: 888

YABANCILIK UNSURU İÇEREN PROFESYONEL FUTBOLCU SÖZLEŞMELERİNDE ULUSAL MAKAMLARIN YARGI YETKİSİ

Av. Gülşah GÜVEN DULAY

TFF Statüsü madde madde 63/1; “TFF, üyeleri, kulüpler, hakemler, futbolcular, teknik direktörler, antrenörler, futbolcu temsilcileri, müsabaka organizatörleri, sağlık personelleri ve diğer resmi görevliler, futbolun yönetimine ve disiplinine ilişkin uyuşmazlıklar hakkında hukuk kurullarının dışında başka hiçbir yargı merciine başvuramazlar.” şeklinde düzenlenmişken madde 63/3 açıkça; “Ulusal ihtilaflarda TFF, uluslararası ihtilaflarda ise FIFA yetkilidir” düzenlemesine yer vermiştir.

Devamını oku...

Dulay Hukuk
22 May 2019
Gösterim: 732

TELİF HAKLARININ ULUSLARARASI ALANDA KORUNMASI

 Av. Gülşah GÜVEN

I. Genel Olarak

Fikri Mülkiyet; fikir ve sanat eserleri (telif hakları), patentler, faydalı modeller, tasarımlar, markalar, coğrafi işaretler, yeni bitki çeşitleri, gen teknolojisi, bilgisayar programları, veri tabanları, ticaret unvanları ve işletme adları, alan adları, know-how ve ticari sırları, entegre devre topografyaları, biyoteknolojiyi ifade eden bir üst kavramdır.

Devamını oku...

Dulay Hukuk
21 May 2019
Gösterim: 751

ZİMMET, BANKACILIK ZİMMETİ VE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇLARI HAKKINDA ÖZET AÇIKLAMALAR

Av. Gülşah GÜVEN DULAY

Ceza Hukuku kapsamında 5237 sayılı TCK ile düzenlenen “Görevi kötüye Kullanma”, “Zimmet” ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile düzenlenen “Bankacılık Zimmeti” suçlarının incelenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda;

•5411 sayılı Bankacılık Kanunu madde 160 açısından;

Devamını oku...

EN SON YAYINLAR

7418 SAYILI NAMIDİĞER DEZENFORMASYON YASASI MADDE 29 NE DÜZENLİYOR? 27 October 2022
ANONİM ŞİRKETLERDE AVUKAT BULUNDURMA ZORUNLULUĞU 19 September 2022
BAZ İSTASYONLARININ KURULMASININ 634 SAYILI KAT MÜLKİYETİ KANUNU AÇSISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 05 April 2021
EV HİZMETLERİNDE ÇALIŞAN KİŞİLERİN STATÜLERİ VE HAKLARI 26 March 2021
KOOPERATİFLERİN TİCARİ FAALİYETİ 07 October 2020
DERNEKLERİN TİCARİ FAALİYETTE BULUNMASI 07 October 2020
Türk Hukuku'nda Kiraya Verenin Hapis Hakkı 10 June 2019
PAYLI MÜLKİYETTE FİİLİ/RIZAİ TAKSİM VE ÖNALIM HAKKININ KULLANILMASI 02 June 2019
YABANCILIK UNSURU İÇEREN PROFESYONEL FUTBOLCU SÖZLEŞMELERİNDE ULUSAL MAKAMLARIN YARGI YETKİSİ 23 May 2019
TELİF HAKLARININ ULUSLARARASI ALANDA KORUNMASI 22 May 2019

 

 

Copyright © Dulay & Dulay Hukuk

  • ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • EKİBİMİZ
    • Av. Hasan Çağrı DULAY
    • Av. Gülşah GÜVEN DULAY
  • ÇALIŞMA ALANLARI
  • YAYINLAR
  • İLETİŞİM